Röportaj - Kanser Haftası

Kanser Haftası'nda Prof. Dr. Yeşim Eralp ile Millet Gazetesi'nin yaptığı röportajdır.


* Kanser hastalıklarının tedavilerinde dünyada ve Türkiye'deki yeni gelişmeler, yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi verir misiniz?

Gerçekten de son birkaç yılda immunoterapi ve hedefli tedavilerde atılan adımlar onkolojide bir çığır açılmasına öncülük etmişlerdir. Son 10 yıl içinde kanserin genetik şifresine yönelik hedefli tedaviler ve bunların belirlendiği yeni nesil dizileme (NGS) ile kanserli dokuda yapılan tam kapsamlı gen testleri günlük pratiğimizde çok yaygın kullanım alanına ulaştı. Sadece 2017 yılında 16’dan fazla kanser türünde 31 yeni tedavi onaylandı. Bu gelişmeler sayesinde geçmişte çok korkulan kanser türlerinde hatırı sayılır yaşamsal avantajlar elde edildi. Örneğin, akciğer kanserli hastaların yaklaşık %30’unda belirlenebilen genetik değişiklikler ve bunları hedefleyen tedaviler ile 5 yıl ve ötesinde yaşam süreleri elde edilebilir oldu. Böylelikle, yaklaşık 20 yıl önce 1 yılı bile bulmayan yaşam süreleri nedeniyle çok korkulan kanser türlerinde artık şeker hastalığı, kalp hastalığı gibi kronik hastalıklara yakın başarılı sonuçlar görülebiliyor. Son yapılan araştırmalar 2006 yılından beri 110’dan fazla kanser ilacının onaylandığı ve bu tür hedefli tedavilerin pratik kullanıma sunulması ile kanserli hastaların ölüm oranlarında %25 azalma ile birlikte kanser tanısı konan 3 hastadan 2’sinin 5 yıl ve ötesinde yaşam süresine sahip olduğuna işaret etmektedir.

 

* Son dönemde immünoterapi, Car T CELL tedavisi, kişisel tedaviler gibi çok farklı tedavi yöntemleri üzerinde çok sayıda araştırma ve çalışmalar yapılıyor. Bunlardaki gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz? Türkiye'de de bu alanlarda yapılan çalışmalar var bu çalışmaları yorumlar mısınız?

Kişiselleştirilmiş onkoloji yaklaşımlarının önemli bir parçası olan hedefli tedavilere son 5 yıl içinde immunoterapiler eklendi. Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak belirtilen immunoterapi kanserli hücrelerle savaşmak için bağışıklık yanıtını güçlendiriyor ve yeni baştan yapılandırıyor. Kanserin oluşturduğu bağışıklık frenini çözmesini sağlayarak kanseri yok etmeyi hedefliyor. Üstelik bunu kemoterapi tedavisinin aksine bulantı, kusma ve saç dökülmesi gibi ciddi yan etkiler oluşturmadan gerçekleştiriyor.

Son yılların en büyük buluşu olarak Nobel Ödülü ile taçlandırılan immun checkpoint inihibitörleri (ICI) hemen hemen tüm kanser türlerinde araştırıldı ve aralarında malin melanom, böbrek kanserleri, lenfomalar gibi kanser türleri dışında özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlandı. Örneğin, akciğer kanserlerinde kemoterapi ve ICI ile 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri elde edilebilir hale geldi. Bunun yanısıra genetik yapısında “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immunoterapilerin kemoterapiye alternatif bir seçenek oluşturduğu gösterildi. Günümüzde bu tip kanserlerde sadece 6 ay süreyle uygulanan ICI tedavisiyle kanserli odakların tamamen yok olabildiğini büyük bir heyecanla gözlemleyebiliyoruz. İlerlemiş hastalıkta elde edilen bu olumlu yanıtlar sayesinde günümüzde immunoterapilerin daha erken evrelerde de kullanımı araştırılmaktadır.  

Yine 2018 yılının en büyük onkolojik gelişmelerinden biri CAR-T hücreleri olarak değerlendirilebilir. Kimerik antijen reseptörlü adoptif T hücre tedavisi olarak isimlendirilen bu tedavi şekli uzun süren gen tedavisi çalışmalarının bir ürünüdür. İlk kez Aralık 2017 de onaylanan bu tedavi ile nüks etmiş akut lösemili çocuklarda ilk denenen 5 hastanın 4’ünde remisyon ile sonuçlanan çok başarılı sonuçlar elde edilmiş ve bu grup hasta için vazgeçilmez tedavi seçeneği olarak pratikte yerini almıştır.

Türkiye’de de iyi üretim uygulama “good manufacture process-GMP” prensipleri doğrultusunda kanser aşısı ve CAR-T hücreleri bazı merkezlerde üretilmekte ve Sağlık Bakanlığı onayı ile uygun hastalarda deneysel olarak kullanılabilmektedir. Maalesef kısıtlı çalışma bütçeleri nedeniyle bu tip kişiye özgün immunoterapilerin bir klinik araştırma kapsamında değerlendirilmeleri gerçek etkinliklerinin araştırılmasını sınırlandırmaktadır.

Elde edilen tüm verilere ve yürüyen çalışmalara rağmen immunoterapide bilinenler bir buzdağının üst bölümü kadardır ve aydınlatılmayı bekleyen çok soru bulunmaktadır. Halen elimizde olan immunoterapi yöntemlerin birlikte uygulanma şekillerinin belirlenmesi, yanıt verecek hastayı tanımamızı sağlayacak belirteçlerin saptanması öncelikli araştırma konularımız arasındadır.

Genetik mühendislik yolu ile kansere özgün yapı kazandırılmış, bağışıklık sistemi vurucu timi sayılan CAR-T lenfositleri ile sadece hematolojik değil, solid kanserlerde de pek çok çalışma başlatılmış ve yakın gelecekte etkin kullanımı yolunda önemli adımlar atılmıştır.

 

* En çok merak edilen konulardan biri de kanser aşısı. Bu konuda neler söyleyebiliriz? * Bu yeni tedavi yöntemleri hangi kanser türleri üzerinde deneniyor ve bunlarda başarı oranları nedir?

Kanser aşıları kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi yapılarını laboratuvar ortamında canlı kanserli hücrelerle karıştırarak, vücuda geri verilmesinden oluşan bir yöntemdir. Bu sayede kanseri tanıyamayan bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser hücrelerinin farklı ve zararlı oldukları algısını yaratmayı hedefler. Böylelikle savunma sistemi güçlenerek kanserli hücreleri yok edebilir.

İlk kez 19. Yüzyılın sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış olan kanser aşıları birçok kanser tiplerinde kullanılmış, ancak etkinlikleri zayıf bulundukları için pratikte güçlü bir yer edinememişlerdir.

Günümüzde prostat kanserinde hastanın kendi kanından elde edilen hücrelerle elde edilen Spileucel-T, ve genetik yapısı hastalığa özgü değiştirilerek geliştirilmiş T-Vec isimli bir başka aşı malin melanom isimli cilt kanserinde etkili bulunarak tedavi seçenekleri arasında yerlerini almışlardır. Spileucel-T ile kastrasyon dirençli hastalarda 3 yıllık yaşam oranı 3 kat arttırılabildiği gösterilmiştir. T-Vec isimli aşı ile daha erken evre melanomlu hastalarda yapılan bir çalışmada ameliyat öncesi uygulanan immunoterapinin 3 hastanın 1’inde nüksün engellenebildiği gösterilmiştir. 

Bu ümit verici sonuçlar kanser aşılarının etkilerini arttırmak için yeni immunoterapi yöntemleri ile birlikte kullanımlarını araştıran pek çok araştırmaya ilham kaynağı oluşturmuşlardır.

 

* Sizin özellikle meme kanseri alanında çalışmalarınızı biliyoruz. Özellikle dünyada ve ülkemizde meme kanserinin durumu nedir istatisliksel olarak bilgi verir misiniz?

Meme kanseri dünyada ve ülkemizde önemli bir sağlık sorunu olarak dikkati çekiyor. 2018 yılı Globocan istatistiklerine göre 2,088,000 yeni tanı konan hasta ile ile tüm tanı konan kanserler içinde %11.6 oranı ile akciğer kanseri ile birlikte ilk sırada yer alıyor. Aynı yıl içinde yaklaşık 627,000 ölüm (%6.6) ile global olarak tüm kanserden ölümler arasında akciğer kanserinden sonra ikinci sırada bulunuyor. Türkiye’de de benzer olarak 2015 yılı SB istatistiklerine göre tüm kanser tipleri içinde %10.3 sıklık ve yüzbinde 44 insidans hızı ile en sık görülen kadın kanseri konumunda yer alıyor. Kadınlarda görülen tüm kanser tipleri içinde her 4 kanserden birinin meme kanseri olması bu sorunun kapsamını gözler önüne seriyor.

Neyse ki, meme kanserlerinin yaklaşık %90’ı erken tanınabiliyor ve şifa olasılığı var. Fakat geri kalan %10’luk grupta, ileri evre yani metastatik meme kanseri daha sık görülebiliyor. İleri evrede hastalık olduğu zaman tam şifadan bahsedemiyoruz belki ama, yapılan çalışmalar kanseri artık kronik bir hastalığa dönüştürmeye yönelik. Kişiselleştirilmiş tedavi burada çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü bu tür tedaviler sayesinde, bugün ileri evreye gelmiş hastalarımızda da uzun süreli yaşam süreleri elde edebiliyoruz. Metastazı ile beraber hastalığı kontrolde tutularak ya da metastazı kaybolarak, toplumda 5 yıldan daha uzun süre yaşayan hastalarımız olabildiğini görüyoruz. Meme kanserli hastaların 5 yıl hayatta kalma ihtimali bugün %90’lara yaklaşmış durumda. Bu durum onkolojik tedavilerin geldiği noktayı ortaya koyması açısından çok önemli.” 

* Bu savaşta hekimlerimizin elini güçlendiren yeni yöntemler nedir?

Meme kanserinde uygulanan kişiselleştirilmiş tedavi yöntemleri, meme kanseri tedavisinde başarı oranını yükseltiyor. Artık patolojik olarak aynı tipte görünen iki meme kanserinin aslında genetik olarak farklı davranışlar sergileyebildiğini biliyoruz. İşte bu farklı genetik davranışları hedefleyerek her hasta için ayrı ayrı planlanarak uygulanan tedavilere, “hedefe yönelik tedavi” veya “kişiselleştirilmiş tedavi” diyoruz. Meme kanseri bu konuda en çok araştırmanın yürütüldüğü habis hastalıklar arasında yer almaktadır. Çok şanslıyız ki, meme kanserinde hem erken evrelerde, hem de ileri evrelerde hastalarımızın daha sağlıklı olarak yaşamlarına devam etmelerini sağlayan, hatta yaşam kurtaran kişiye özel tedaviler bulunmaktadır. Devam eden çalışmalar sayesinde bu tür tedavi seçeneklerinin giderek artacağını öngörüyoruz.

 

* Meme kanserinde hedefli tedaviler yani tümörün kendi içindeki genetik şifresine yönelik tedavilerden bahseder misiniz? Bu tedavilerin şu andaki gidişatı ve gelişmeleri ne yönde?

Hedefe yönelik tedavilerde tümörün genetik şifresine yönelik ilaçlarla doğrudan kanserli doku hedef alınıyor. Sadece tümörün yok olması ve bu yolla da tüm vücudu etkileyebilecek yan etkilerin en aza indirilmesi amaçlanıyor.

 

* Hedefe yönelik tedaviler kimlere uygulanıyor?

Hedefe yönelik biyolojik tedavilerin pek çok farklı yöntemi bulunuyor. Bunlar arasında ilk sırada Her-2/neu genini hedefleyen Trastuzumab isimli ilaç yer alıyor. Meme kanserli hastaların yaklaşık %20’sinde Her-2/neu pozitif bulunuyor. Bu grupda yer alan hastalarda Trastuzumab başlangıçta kemoterapiyle, ardından hormon tedavileriyle birlikte kullanılıyor. Yine aynı özellikteki tümörlerde Trastuzumab dışında Pertuzumab ve TDM-1 gibi ilaçlar gerek erken evre, gerekse metastazlı hastalarda başarılı sonuçları sayesinde günümüzde vazgeçilmez tedavi seçenekleri arasında yer alıyorlar. Örneğin, cerrahi öncesinde neoadjuvan kemoterapiye ek olarak trastuzumab ve pertuzumabın birlikte kullanılması hastaların %45-63’ünde kanserin tamamen yok edilmesini sağlayabiliyor. Bu ilaçlar, metastatik ileri evre hastalarda sürekli; hastalığın erken evresinde olanlarda ise ameliyat sonrası toplam 1 yıl olmak üzere damardan uygulanıyor.

Son zamanlarda ortaya çıkan CDK inhibitörleri adı verilen bir başka hedefli ilaç grubu metastazlı hormona duyarlı hastalar için önemli bir tedavi seçeneği oluşturuyor. Palbosiklib, Ribosiklib ve Abemasiklib isimli ilaçlar hormon tedavileriyle birlikte uygulandıklarında 4. evre hastalıkta başarı şansını iki kat arttırabiliyorlar. Bu ümit verici sonuçlar sayesinde daha erken evrelerde kullanımlarıyla ilgili birçok çalışma devam ediyor. Bu ilaçlar ağızdan hap şeklinde kullanılıyorlar ve tedaviye etkili oldukları sürece devam ediliyor.

Günümüzde immunoterapi amacıyla geliştirilen “İmmun Kontrol Noktası (İmmun Checkpoint) İnhibitörleri” adı verilen ilaçlar arasında yer alan Atezolizumab isimli bir ilaç metastazlı (4. evre) triple negatif (Üçlü Negatif) meme kanserinde kemoterapiyle beraber uygulandığında oldukça ümit verici sonuçlar elde edilebiliyor. Tümör dokusunda PD-L1 adlı bir belirteç varsa etkili olan bu ilaçlar damar yoluyla serum içinde 3 haftada bir uygulanıyor. Şimdilik meme kanserinde ileri evrede kullanılmasına karşın, yakın gelecekte daha erken evrelerde de uygulama alanı bulabilecekleri öngörülüyor.

 

* Meme kanseriyle mücadele için izlenecek yollar hakkında bilgi verir misiniz? (erken tanı, tarama testleri, genetik faktörler)

Hiç kuşkusuz kanseri erken tanımak başarı şansını arttırır. Meme kanserinde bunun için tek kanıtlanmış yöntem tarama mamografisidir. Mamografilerle yapılan taramalarda özellikle 50 yaşından sonra meme kanserinden ölme riski %14-33 oranında azalır. Her 1000 mamogramla ortalama 77 meme kanseri saptanması beklenir. Daha genç yaşlarda mamografinin duyarlılığı azaldığı için taramayı ultrason gibi yöntemlerle desteklemek gerekir. Mamografi kanserin daha erken evrelerde ve küçük boyutta saptanmasını sağladığı için daha az ve kısa süreli kemoterapi dışında daha az oranda meme boşaltma ameliyatı ve koltuk altının kapsamlı cerrahi gereksinimin daha az olması gibi avantajlar sağlar. Bu avantajlar özellikle 40-49 yaş grubunda daha belirgindir. Bu veriler tarama mamografilerinin ölüm riskini azaltmasının yanısıra yaşam kalitesi sağladığına işaret etmektedir.

Ailesinde kanser yükü bulunanlar, genetik yüksek risk taşıyanlar ve geçmişte lenfoma gibi kanser türleri nedeniyle meme bölgesine radyoterapi uygulanan bireyler meme kanseri için yüksek risk taşırlar. Bu bireylerde 25 yaşından sonra yapılan taramalar mutlaka yıllık MR incelemeleri içermelidir.

 

Genetik Faktörler

Meme kanseri ile genler arasındaki ilişki kanıtlanmış durumda. Özellikle ailesinde meme kanseri vakası görülmüş erken yaştaki kişilerin genetik yatkınlığının araştırılması gerekiyor. Hastalığın tanısı konulduktan sonra yapılan genetik testler de hastaya uygulanacak en doğru tedavinin seçilmesine yardımcı oluyor.

 

Genetik Yatkınlık Testleri

Meme kanserli hastaların %5-15’inde ailevi yatkınlık bulunuyor. Araştırıldığında bunların altında riski arttıran bazı genetik bozukluklar saptanabiliyor. Meme kanseri ile genlerin ilişkisi saptandığı için özellikle 45 yaşının altında meme kanseri ile karşılaşıldığında, üçlü negatif meme kanseri varlığında ve ailede en az 1 yakın akrabada kanserli hasta görüldüğü durumlarda genetik yatkınlığın mutlaka araştırılması gerekiyor:

 

* Sizin eklemek istedikleriniz....

Gerek tanı yöntemlerindeki gelişme, gerekse farkındalık yoluyla tarama programlarına daha yaygın kitlelerin ulaşması sayesinde kanserler gelecekte daha erken evrelerde saptanacaktır. Bu durum hiç kuşkusuz şifa şansını arttıracaktır. Nanoteknolojik yöntemlerin de gelişmesine paralel olarak yeniden yapılandırılan veya yeni keşfedilen ilaçların adeta bir güdümlü füze gibi sadece kanserli hücrelere hedeflenerek, canlı hücrelere zarar vermeden uygulanabilmesi yakın gelecekteki kanser tedavi stratejilerinde çok önemli bir adım olacaktır.  Daha uzun süreçteki hedefimiz biyolojik ajanların ve immunoterapi stratejilerinin hastaya özgü kombinasyonlarla uygulanarak onkolojik tedavide kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının daha da geliştirilmesini sağlamaktır. Ayrıca, her hasta için kanserin moleküler yapısı, hastalığın vücuttaki yaygınlığı, evresi ve tedavi özelliklerini içeren üç boyutlu bir bilgi teknolojisi ağı oluşturmak çok önemli bir diğer hedefimizdir. Bu hedefler gerçekleştirilebilirse, tüm kanser hastalarının kişiye özel yenilikçi yaklaşımlara ve doğru tedavilere kolaylıkla ulaşması sağlanabilecektir

* Kanser hastalıklarının tedavilerinde dünyada ve Türkiye'deki yeni gelişmeler, yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi verir misiniz?

Gerçekten de son birkaç yılda immunoterapi ve hedefli tedavilerde atılan adımlar onkolojide bir çığır açılmasına öncülük etmişlerdir. Son 10 yıl içinde kanserin genetik şifresine yönelik hedefli tedaviler ve bunların belirlendiği yeni nesil dizileme (NGS) ile kanserli dokuda yapılan tam kapsamlı gen testleri günlük pratiğimizde çok yaygın kullanım alanına ulaştı. Sadece 2017 yılında 16’dan fazla kanser türünde 31 yeni tedavi onaylandı. Bu gelişmeler sayesinde geçmişte çok korkulan kanser türlerinde hatırı sayılır yaşamsal avantajlar elde edildi. Örneğin, akciğer kanserli hastaların yaklaşık %30’unda belirlenebilen genetik değişiklikler ve bunları hedefleyen tedaviler ile 5 yıl ve ötesinde yaşam süreleri elde edilebilir oldu. Böylelikle, yaklaşık 20 yıl önce 1 yılı bile bulmayan yaşam süreleri nedeniyle çok korkulan kanser türlerinde artık şeker hastalığı, kalp hastalığı gibi kronik hastalıklara yakın başarılı sonuçlar görülebiliyor. Son yapılan araştırmalar 2006 yılından beri 110’dan fazla kanser ilacının onaylandığı ve bu tür hedefli tedavilerin pratik kullanıma sunulması ile kanserli hastaların ölüm oranlarında %25 azalma ile birlikte kanser tanısı konan 3 hastadan 2’sinin 5 yıl ve ötesinde yaşam süresine sahip olduğuna işaret etmektedir.

 

* Son dönemde immünoterapi, Car T CELL tedavisi, kişisel tedaviler gibi çok farklı tedavi yöntemleri üzerinde çok sayıda araştırma ve çalışmalar yapılıyor. Bunlardaki gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz? Türkiye'de de bu alanlarda yapılan çalışmalar var bu çalışmaları yorumlar mısınız?

Kişiselleştirilmiş onkoloji yaklaşımlarının önemli bir parçası olan hedefli tedavilere son 5 yıl içinde immunoterapiler eklendi. Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak belirtilen immunoterapi kanserli hücrelerle savaşmak için bağışıklık yanıtını güçlendiriyor ve yeni baştan yapılandırıyor. Kanserin oluşturduğu bağışıklık frenini çözmesini sağlayarak kanseri yok etmeyi hedefliyor. Üstelik bunu kemoterapi tedavisinin aksine bulantı, kusma ve saç dökülmesi gibi ciddi yan etkiler oluşturmadan gerçekleştiriyor.

Son yılların en büyük buluşu olarak Nobel Ödülü ile taçlandırılan immun checkpoint inihibitörleri (ICI) hemen hemen tüm kanser türlerinde araştırıldı ve aralarında malin melanom, böbrek kanserleri, lenfomalar gibi kanser türleri dışında özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlandı. Örneğin, akciğer kanserlerinde kemoterapi ve ICI ile 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri elde edilebilir hale geldi. Bunun yanısıra genetik yapısında “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immunoterapilerin kemoterapiye alternatif bir seçenek oluşturduğu gösterildi. Günümüzde bu tip kanserlerde sadece 6 ay süreyle uygulanan ICI tedavisiyle kanserli odakların tamamen yok olabildiğini büyük bir heyecanla gözlemleyebiliyoruz. İlerlemiş hastalıkta elde edilen bu olumlu yanıtlar sayesinde günümüzde immunoterapilerin daha erken evrelerde de kullanımı araştırılmaktadır.  

Yine 2018 yılının en büyük onkolojik gelişmelerinden biri CAR-T hücreleri olarak değerlendirilebilir. Kimerik antijen reseptörlü adoptif T hücre tedavisi olarak isimlendirilen bu tedavi şekli uzun süren gen tedavisi çalışmalarının bir ürünüdür. İlk kez Aralık 2017 de onaylanan bu tedavi ile nüks etmiş akut lösemili çocuklarda ilk denenen 5 hastanın 4’ünde remisyon ile sonuçlanan çok başarılı sonuçlar elde edilmiş ve bu grup hasta için vazgeçilmez tedavi seçeneği olarak pratikte yerini almıştır.

Türkiye’de de iyi üretim uygulama “good manufacture process-GMP” prensipleri doğrultusunda kanser aşısı ve CAR-T hücreleri bazı merkezlerde üretilmekte ve Sağlık Bakanlığı onayı ile uygun hastalarda deneysel olarak kullanılabilmektedir. Maalesef kısıtlı çalışma bütçeleri nedeniyle bu tip kişiye özgün immunoterapilerin bir klinik araştırma kapsamında değerlendirilmeleri gerçek etkinliklerinin araştırılmasını sınırlandırmaktadır.

Elde edilen tüm verilere ve yürüyen çalışmalara rağmen immunoterapide bilinenler bir buzdağının üst bölümü kadardır ve aydınlatılmayı bekleyen çok soru bulunmaktadır. Halen elimizde olan immunoterapi yöntemlerin birlikte uygulanma şekillerinin belirlenmesi, yanıt verecek hastayı tanımamızı sağlayacak belirteçlerin saptanması öncelikli araştırma konularımız arasındadır.

Genetik mühendislik yolu ile kansere özgün yapı kazandırılmış, bağışıklık sistemi vurucu timi sayılan CAR-T lenfositleri ile sadece hematolojik değil, solid kanserlerde de pek çok çalışma başlatılmış ve yakın gelecekte etkin kullanımı yolunda önemli adımlar atılmıştır.

 

* En çok merak edilen konulardan biri de kanser aşısı. Bu konuda neler söyleyebiliriz? * Bu yeni tedavi yöntemleri hangi kanser türleri üzerinde deneniyor ve bunlarda başarı oranları nedir?

Kanser aşıları kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi yapılarını laboratuvar ortamında canlı kanserli hücrelerle karıştırarak, vücuda geri verilmesinden oluşan bir yöntemdir. Bu sayede kanseri tanıyamayan bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser hücrelerinin farklı ve zararlı oldukları algısını yaratmayı hedefler. Böylelikle savunma sistemi güçlenerek kanserli hücreleri yok edebilir.

İlk kez 19. Yüzyılın sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış olan kanser aşıları birçok kanser tiplerinde kullanılmış, ancak etkinlikleri zayıf bulundukları için pratikte güçlü bir yer edinememişlerdir.

Günümüzde prostat kanserinde hastanın kendi kanından elde edilen hücrelerle elde edilen Spileucel-T, ve genetik yapısı hastalığa özgü değiştirilerek geliştirilmiş T-Vec isimli bir başka aşı malin melanom isimli cilt kanserinde etkili bulunarak tedavi seçenekleri arasında yerlerini almışlardır. Spileucel-T ile kastrasyon dirençli hastalarda 3 yıllık yaşam oranı 3 kat arttırılabildiği gösterilmiştir. T-Vec isimli aşı ile daha erken evre melanomlu hastalarda yapılan bir çalışmada ameliyat öncesi uygulanan immunoterapinin 3 hastanın 1’inde nüksün engellenebildiği gösterilmiştir. 

Bu ümit verici sonuçlar kanser aşılarının etkilerini arttırmak için yeni immunoterapi yöntemleri ile birlikte kullanımlarını araştıran pek çok araştırmaya ilham kaynağı oluşturmuşlardır.

 

* Sizin özellikle meme kanseri alanında çalışmalarınızı biliyoruz. Özellikle dünyada ve ülkemizde meme kanserinin durumu nedir istatisliksel olarak bilgi verir misiniz?

Meme kanseri dünyada ve ülkemizde önemli bir sağlık sorunu olarak dikkati çekiyor. 2018 yılı Globocan istatistiklerine göre 2,088,000 yeni tanı konan hasta ile ile tüm tanı konan kanserler içinde %11.6 oranı ile akciğer kanseri ile birlikte ilk sırada yer alıyor. Aynı yıl içinde yaklaşık 627,000 ölüm (%6.6) ile global olarak tüm kanserden ölümler arasında akciğer kanserinden sonra ikinci sırada bulunuyor. Türkiye’de de benzer olarak 2015 yılı SB istatistiklerine göre tüm kanser tipleri içinde %10.3 sıklık ve yüzbinde 44 insidans hızı ile en sık görülen kadın kanseri konumunda yer alıyor. Kadınlarda görülen tüm kanser tipleri içinde her 4 kanserden birinin meme kanseri olması bu sorunun kapsamını gözler önüne seriyor.

Neyse ki, meme kanserlerinin yaklaşık %90’ı erken tanınabiliyor ve şifa olasılığı var. Fakat geri kalan %10’luk grupta, ileri evre yani metastatik meme kanseri daha sık görülebiliyor. İleri evrede hastalık olduğu zaman tam şifadan bahsedemiyoruz belki ama, yapılan çalışmalar kanseri artık kronik bir hastalığa dönüştürmeye yönelik. Kişiselleştirilmiş tedavi burada çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü bu tür tedaviler sayesinde, bugün ileri evreye gelmiş hastalarımızda da uzun süreli yaşam süreleri elde edebiliyoruz. Metastazı ile beraber hastalığı kontrolde tutularak ya da metastazı kaybolarak, toplumda 5 yıldan daha uzun süre yaşayan hastalarımız olabildiğini görüyoruz. Meme kanserli hastaların 5 yıl hayatta kalma ihtimali bugün %90’lara yaklaşmış durumda. Bu durum onkolojik tedavilerin geldiği noktayı ortaya koyması açısından çok önemli.” 

* Bu savaşta hekimlerimizin elini güçlendiren yeni yöntemler nedir?

Meme kanserinde uygulanan kişiselleştirilmiş tedavi yöntemleri, meme kanseri tedavisinde başarı oranını yükseltiyor. Artık patolojik olarak aynı tipte görünen iki meme kanserinin aslında genetik olarak farklı davranışlar sergileyebildiğini biliyoruz. İşte bu farklı genetik davranışları hedefleyerek her hasta için ayrı ayrı planlanarak uygulanan tedavilere, “hedefe yönelik tedavi” veya “kişiselleştirilmiş tedavi” diyoruz. Meme kanseri bu konuda en çok araştırmanın yürütüldüğü habis hastalıklar arasında yer almaktadır. Çok şanslıyız ki, meme kanserinde hem erken evrelerde, hem de ileri evrelerde hastalarımızın daha sağlıklı olarak yaşamlarına devam etmelerini sağlayan, hatta yaşam kurtaran kişiye özel tedaviler bulunmaktadır. Devam eden çalışmalar sayesinde bu tür tedavi seçeneklerinin giderek artacağını öngörüyoruz.

 

* Meme kanserinde hedefli tedaviler yani tümörün kendi içindeki genetik şifresine yönelik tedavilerden bahseder misiniz? Bu tedavilerin şu andaki gidişatı ve gelişmeleri ne yönde?

Hedefe yönelik tedavilerde tümörün genetik şifresine yönelik ilaçlarla doğrudan kanserli doku hedef alınıyor. Sadece tümörün yok olması ve bu yolla da tüm vücudu etkileyebilecek yan etkilerin en aza indirilmesi amaçlanıyor.

 

* Hedefe yönelik tedaviler kimlere uygulanıyor?

Hedefe yönelik biyolojik tedavilerin pek çok farklı yöntemi bulunuyor. Bunlar arasında ilk sırada Her-2/neu genini hedefleyen Trastuzumab isimli ilaç yer alıyor. Meme kanserli hastaların yaklaşık %20’sinde Her-2/neu pozitif bulunuyor. Bu grupda yer alan hastalarda Trastuzumab başlangıçta kemoterapiyle, ardından hormon tedavileriyle birlikte kullanılıyor. Yine aynı özellikteki tümörlerde Trastuzumab dışında Pertuzumab ve TDM-1 gibi ilaçlar gerek erken evre, gerekse metastazlı hastalarda başarılı sonuçları sayesinde günümüzde vazgeçilmez tedavi seçenekleri arasında yer alıyorlar. Örneğin, cerrahi öncesinde neoadjuvan kemoterapiye ek olarak trastuzumab ve pertuzumabın birlikte kullanılması hastaların %45-63’ünde kanserin tamamen yok edilmesini sağlayabiliyor. Bu ilaçlar, metastatik ileri evre hastalarda sürekli; hastalığın erken evresinde olanlarda ise ameliyat sonrası toplam 1 yıl olmak üzere damardan uygulanıyor.

Son zamanlarda ortaya çıkan CDK inhibitörleri adı verilen bir başka hedefli ilaç grubu metastazlı hormona duyarlı hastalar için önemli bir tedavi seçeneği oluşturuyor. Palbosiklib, Ribosiklib ve Abemasiklib isimli ilaçlar hormon tedavileriyle birlikte uygulandıklarında 4. evre hastalıkta başarı şansını iki kat arttırabiliyorlar. Bu ümit verici sonuçlar sayesinde daha erken evrelerde kullanımlarıyla ilgili birçok çalışma devam ediyor. Bu ilaçlar ağızdan hap şeklinde kullanılıyorlar ve tedaviye etkili oldukları sürece devam ediliyor.

Günümüzde immunoterapi amacıyla geliştirilen “İmmun Kontrol Noktası (İmmun Checkpoint) İnhibitörleri” adı verilen ilaçlar arasında yer alan Atezolizumab isimli bir ilaç metastazlı (4. evre) triple negatif (Üçlü Negatif) meme kanserinde kemoterapiyle beraber uygulandığında oldukça ümit verici sonuçlar elde edilebiliyor. Tümör dokusunda PD-L1 adlı bir belirteç varsa etkili olan bu ilaçlar damar yoluyla serum içinde 3 haftada bir uygulanıyor. Şimdilik meme kanserinde ileri evrede kullanılmasına karşın, yakın gelecekte daha erken evrelerde de uygulama alanı bulabilecekleri öngörülüyor.

 

* Meme kanseriyle mücadele için izlenecek yollar hakkında bilgi verir misiniz? (erken tanı, tarama testleri, genetik faktörler)

Hiç kuşkusuz kanseri erken tanımak başarı şansını arttırır. Meme kanserinde bunun için tek kanıtlanmış yöntem tarama mamografisidir. Mamografilerle yapılan taramalarda özellikle 50 yaşından sonra meme kanserinden ölme riski %14-33 oranında azalır. Her 1000 mamogramla ortalama 77 meme kanseri saptanması beklenir. Daha genç yaşlarda mamografinin duyarlılığı azaldığı için taramayı ultrason gibi yöntemlerle desteklemek gerekir. Mamografi kanserin daha erken evrelerde ve küçük boyutta saptanmasını sağladığı için daha az ve kısa süreli kemoterapi dışında daha az oranda meme boşaltma ameliyatı ve koltuk altının kapsamlı cerrahi gereksinimin daha az olması gibi avantajlar sağlar. Bu avantajlar özellikle 40-49 yaş grubunda daha belirgindir. Bu veriler tarama mamografilerinin ölüm riskini azaltmasının yanısıra yaşam kalitesi sağladığına işaret etmektedir.

Ailesinde kanser yükü bulunanlar, genetik yüksek risk taşıyanlar ve geçmişte lenfoma gibi kanser türleri nedeniyle meme bölgesine radyoterapi uygulanan bireyler meme kanseri için yüksek risk taşırlar. Bu bireylerde 25 yaşından sonra yapılan taramalar mutlaka yıllık MR incelemeleri içermelidir.

 

Genetik Faktörler

Meme kanseri ile genler arasındaki ilişki kanıtlanmış durumda. Özellikle ailesinde meme kanseri vakası görülmüş erken yaştaki kişilerin genetik yatkınlığının araştırılması gerekiyor. Hastalığın tanısı konulduktan sonra yapılan genetik testler de hastaya uygulanacak en doğru tedavinin seçilmesine yardımcı oluyor.

 

Genetik Yatkınlık Testleri

Meme kanserli hastaların %5-15’inde ailevi yatkınlık bulunuyor. Araştırıldığında bunların altında riski arttıran bazı genetik bozukluklar saptanabiliyor. Meme kanseri ile genlerin ilişkisi saptandığı için özellikle 45 yaşının altında meme kanseri ile karşılaşıldığında, üçlü negatif meme kanseri varlığında ve ailede en az 1 yakın akrabada kanserli hasta görüldüğü durumlarda genetik yatkınlığın mutlaka araştırılması gerekiyor:

 

* Sizin eklemek istedikleriniz....

Gerek tanı yöntemlerindeki gelişme, gerekse farkındalık yoluyla tarama programlarına daha yaygın kitlelerin ulaşması sayesinde kanserler gelecekte daha erken evrelerde saptanacaktır. Bu durum hiç kuşkusuz şifa şansını arttıracaktır. Nanoteknolojik yöntemlerin de gelişmesine paralel olarak yeniden yapılandırılan veya yeni keşfedilen ilaçların adeta bir güdümlü füze gibi sadece kanserli hücrelere hedeflenerek, canlı hücrelere zarar vermeden uygulanabilmesi yakın gelecekteki kanser tedavi stratejilerinde çok önemli bir adım olacaktır.  Daha uzun süreçteki hedefimiz biyolojik ajanların ve immunoterapi stratejilerinin hastaya özgü kombinasyonlarla uygulanarak onkolojik tedavide kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının daha da geliştirilmesini sağlamaktır. Ayrıca, her hasta için kanserin moleküler yapısı, hastalığın vücuttaki yaygınlığı, evresi ve tedavi özelliklerini içeren üç boyutlu bir bilgi teknolojisi ağı oluşturmak çok önemli bir diğer hedefimizdir. Bu hedefler gerçekleştirilebilirse, tüm kanser hastalarının kişiye özel yenilikçi yaklaşımlara ve doğru tedavilere kolaylıkla ulaşması sağlanabilecektir

ONKO-BLOG

İletişim Bilgileri

Fulya, Teşfikiye Mah, Hakkı Yeten Cd.
Fulya Terrace Center No:14 D:83
Şişli, İstanbul

Yararlı Linkler

Please publish modules in offcanvas position.