Kanser Tedavisinde İmmünoterapi

MEDİKAL ONKOLOJİ


İmmunoterapi, kemoterapinin aksine tümörü değil, bağışıklık sistemini hedef alıyor… Bağışıklık sisteminin savaşçı hücrelerinin önündeki engelleri kaldırarak kanserli hücreleri fark etmelerini sağlıyor. Üstelik bağışıklık sistemini bu şekilde uyararak kanserli hücrelerin yok edilmesini işlevini hastanın yaşam konforunu bozmadan, ciddi yan etkiler oluşturmadan sağlayabiliyor.

Kanser dünyada ve ülkemizde ölüme en sık yol açan nedenlerin başında geliyor. Dünya çapında 172 ülkenin 91’inde, 70 yaş altı ölümlerin en sık veya 2. sık görülen nedeni olarak karşımıza çıkıyor. 2018 yılında tüm dünyada toplam 18.1 milyon kişiye kanser tanısı kondu ve 9.6 milyon insan kansere bağlı nedenlerle hayatını kaybetti.

Buna karşın ileri teknolojilerin sağlık alanında uygulanımlarının yaygınlaşması sayesinde kansere karşı çok önemli gelişmelere imza atıldı.

Bunlardan ilki, her kanser dokusunun genetik şifresinin analiz edildiği ve alınan sonuçlara göre hedefli tedavi protokolünün uygulandığı “kişiselleştirilmiş tedavinin” kanserli hastaların önemli bir bölümüne uygulanır hale gelebilmesi oldu. Bir diğer gelişme olan “immunoterapi”  2018’de onkolojik tedavilerin altın yılı olarak tarihe damgasını vurdu. Gerçekten de kişiselleştirilmiş tedavi ve immunoterapi yöntemindeki gelişmeler sayesinde, çok değil bundan birkaç yıl öncesine dek tedavi edilemez gözüyle bakılan kanser türlerinde bile şifaya yakın yaşam süreleri sağlanabildiğini gözlemliyoruz.  Günümüzde immünoterapi ilaçları, kemoterapi ilaçlarına bazen alternatif bazen de yardımcı yöntem olarak yeni tedavi seçenekleri oluşturdular. Üstelik de çoğu zaman bunu hastanın yaşam konforunu bozmadan, yaşam kalitesini koruyarak sağlayabiliyorlar.

 

Bağışıklık sistemi “kanserli hücreleri” tanımazsa…

Bağışıklık sistemimiz, vücudumuzda her gün üretilen, genetik yapısı bozulmuş olan kanserli hücreleri yok ediyor. Bu zararlı oluşumlara vücudumuzun oluşturduğu yanıta “bağışıklık yanıtı” adı veriliyor. Bağışıklık yanıtını oluşturan hücresel yapılar vücudumuza herhangi bir tehdit geldiğinde, bu bölgelere hızlıca yönlenerek yabancı gördükleri organizma veya yapıları yok etmeye çalışıyor. Bağışıklık sistemimiz genellikle kanserli hücreleri normal dokularımızdan kolaylıkla ayırt edip yok edebiliyor. Ancak bazı durumlarda kötü huylu hücreleri zararlı olarak algılayamıyor ve bunları yok etmesi gerektiğinin farkına varamıyor. Bazen de kanserli hücreler bağışıklık sistemini baskılayarak veya çevresine bir zırhlı savunma sistemi oluşturarak kendine yaşam alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu etkenler sonucunda kanserli hücreler kontrolsüzce gelişerek vücudumuza yayılabilen kanser dokusu haline dönüşüyorlar.

 

Savaşçı hücreleri durduran freni kaldırıyor!

Bağışıklık sistemini güçlendirerek kansere karşı yapılan tüm tedavi yaklaşımlarına “immunoterapi” deniyor. Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak belirtilen immunoterapi kanserli hücrelerle savaşmak için bağışıklık yanıtını güçlendiriyor ve yeni baştan yapılandırıyor. Kanserin oluşturduğu bağışıklık frenini çözmesini sağlayarak kanseri yok etmeyi hedefliyor. Üstelik bunu kemoterapi tedavisinin aksine bulantı, kusma ve saç dökülmesi gibi ciddi yan etkiler oluşturmadan gerçekleştiriyor.

Tıp dünyasında büyük bir heyecan yaratan immünoterapi kanser tedavisinde ilk kez malign melanom ve böbrek kanserleri gibi kemoterapi ile radyoterapi tedavilerine dirençli olan kanser türlerinde uygulandı. 2018 yılında araştırmacılar Dr. James Allison ve Dr. Tasaku Honja’nın immunoloji konusunda yaptıkları araştırmalar, bağışıklık sisteminin frenini çözerek vücudun savunma sisteminin kansere karşı savaşmasını sağlayan “immun checkpoint inhibitörleri (ICI)” adı verilen bir grup ilacın geliştirilmesini sağladı ve buluşları Nobel ödülü ile taçlandırıldı.

Günümüzde hemen hemen tüm kanser türlerinde uygulanan ICI ile bu kanserlerin dışında, özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlandı. Örneğin, kemoterapi ve ICI ile birlikte uygulanan bazı akciğer kanserli hastalarda 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri artık bir hayal değil.

Bunun yanısıra “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immünoterapilerin çok başarılı bir seçenek oluşturduklarını görüyoruz. Örneğin, tüm kemoterapilere dirençli bu tür bir safra yolu veya rahim kanserinde, sadece 3 aylık bir immunoterapi tedavisi sonucunda kanserin tamamen yok olabildiği gözlemlenebilmektedir.

 

Farklı immunoterapi yöntemleri nelerdir?

Monoklonal antikorlar:

İmmunoterapide günümüzde en çok kullanılan yöntem “monokonal antikor”lardır. Bunlar vücudumuzun savunma sisteminin mikroplara karşı ürettiği antikor yapılarına çok benzer. Sadece kanser hücresini tanıyabilmek için genetik mühendislik yoluyla yapısı değiştirilerek laboratuvarda üretilir. Kanser tedavisinde tek başlarına veya kemoterapi ile birlikte kullanılırlar. Bazılarının yapısına kemoterapi ilacı veya radyasyon veren bir madde eklenerek kanserli dokuyu hedefleyerek yok etmesi sağlanır.

 

Kanser Aşıları

(Kişiye özel hücresel immunoterapi ve Adoptif İmmunoterapi-aktive öldürücü lenfositler)

Kanser aşıları kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi yapılarını laboratuvar ortamında canlı kanserli hücrelerle karıştırarak, vücuda geri verilmesinden oluşan bir yöntemdir. Bu sayede kanseri tanıyamayan bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser hücrelerinin farklı ve zararlı oldukları algısını yaratmayı hedefler. Böylelikle savunma sistemi aktifleşerek kanserli hücreleri yok edebilir.

Öldürücü lenfositlerden oluşan immunoterapi ise yine kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi hücrelerinin laboratuvar ortamında geliştirilip, aktif hale getirildikten sonra vücuda geri verilmesi yöntemidir. Burada hücrelerin kanser ile karşılaştırılması gerekmez. Ancak bazı ilaçlarla aktifleştirilir. Zayıflamış savunma sistemi durumunda bu tip immunoterapi kanser hücrelerini yok etmekte yardımcı olur.

İlk kez 19. Yüzyılın sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış olan kanser aşıları ve aktive öldürücü lenfositler çeşitli kanser tiplerinde kullanılmış, ancak etkinlikleri zayıf bulundukları için kendilerine güçlü bir yer edinememişlerdir. Kişiye özel hücresel immunoterapilerin günümüzde yeni geliştirilen farklı immunoterapi yöntemleri ile birlikte kullanımlarını araştıran pek çok araştırma yürütülmektedir.

Beslenmenin immunoterapide rolü var mıdır? Yararlı bağırsak bakterilerinin katkısı nedir?

Taylandlı ünlü bir immunolog olan Stitaya Sirisinha “Ruh ve beden sağlığımız sadece yediklerimiz ve yaptıklarımıza değil, içimizde barındırdıklarımıza da bağlıdır” yorumuyla beslenmenin, egzersizin yanısıra bağırsak bakterilerinin de sağlığımıza katkısını vurgulamıştır. Gerçekten de kötü ve sağlıksız besinler bağırsak ortamını değiştirerek bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Hayvansal gıda ve doymuş yağ oranı fazla olan batı tipi beslenme ile bağırsak içindeki Bifidobacteria ve Eubacteria gibi yararlı bakteriler azalırken, Bacteroides ve Clostridia gibi zararlı bakteriler artar. Son yıllarda “Mikrobiota” adı verilen bağırsak bakterilerinin de içinde olduğu bağırsak ortamının bağışıklık sisteminini desteklemekte çok önemli bir rol üstlendiği ortaya konmuştur. Kötü bakteriler bağırsak lenf dokuları içinde bağışıklığı bastıran bir dizi reaksiyonu başlatırlar.

Doymamış yağlardan zengin, yeterli oranda vitamin ve lif içeren besinleri içeren akdeniz diyeti ise oleik asit, kurkumin, flavanoidler, resveratrol, polifenoller ve quarcetin gibi bileşikleri içeriğinde bolca bulundurur. Bu maddeler bağışıklık sistemini aktifleştirerek ve bağırsak yolu içindeki zararlı ödemi (enflamasyon) baskılayarak kanser oluşumunu engellemekte yardımcı olurlar. Bu tür beslenmenin meme ve bağırsak kanserlerini azalttığı çeşitli epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir.

Düzenli egzersiz de vücudun kanlanmasını düzenleyerek oluşan atıkları uzaklaştırır ve kanserle savaşan bağışıklık hücrelerinin sayılarını arttırarak savunma sisteminin aktifleşmesine destek olur.

 

Hangi kanser tiplerinde immunoterapi uygulanabilir?

İmmunoterapi kanserde ilk kez malign melanom, böbrek kanserleri gibi kemoterapi ve radyoterapiye dirençli olan kanser türlerinde kullanılmıştır. Bu kanser türlerinde sitokinler kullanılmış olup, sınırlı etkinlik ve yan etkileri nedeniyle çok geniş kullanım alanı bulamamışlardır.

İmmun checkpoint inhibitörlerinin (ICI) geliştirilmesiyle birlikte kanser immunoterapisinde bir çığır açılmıştır. Hemen hemen tüm kanser türlerinde uygulanan ICI’leri ile yukardaki kanserlerin dışında özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlanmıştır. Örneğin, kemoterapi ve ICI ile birlikte uygulanan bazı akciğer kanserli hastalarda 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri artık bir hayal değil. Bunun yanısıra genetik yapısında “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immunoterapiler kemoterapiye alternatif bir seçenek oluşturmaktadır. Örneğin, tüm kemoterapilere dirençli bu tür bir safra yolu kanserinde kanserin hemen hemen tamamen yok edilebildiği görülmüştür. İlerlemiş hastalıkta elde edilen bu olumlu yanıtlar sayesinde günümüzde immunoterapiler daha erken evrelerde de kullanılmaya başlanmıştır.

 

Gelecekte immunoterapide hedefler nedir?

Elde edilen tüm verilere ve yürüyen çalışmalara rağmen immunoterapide bilinenler bir buzdağının üst bölümü kadardır ve aydınlatılmayı bekleyen çok soru bulunmaktadır. Halen elimizde olan immunoterapi yöntemlerin birlikte uygulanma şekillerinin belirlenmesi, yanıt verecek hastayı tanımamızı sağlayacak belirteçlerin saptanması öncelikli olarak araştırma konularımız arasındadır. Örneğin, kanser aşılarının çeşitli hedefli ilaçlarla ve ICI’leri ile birlikte kullanılması hedeflenen güçlü, sağlıklı bağışıklık yanıtını oluşturabilir. Tümörde değişken olarak bulunan ve ideal olmayan belirteçlerin yerine çoklu genetik belirteçler belirlenebilir. Hastaların tümörün hangi aşamasında daha çok yarar göreceğini belirleyen daha dinamik bir ortamda tanı sağlayan likid biyopsiler daha yaygın olarak kullanıma girebilir.

Yakın gelecekte genetik mühendislik yolu ile kanserli hücreleri tanıması sağlanmış, bağışıklık sistemi vurucu timi sayılan CAR-T lenfositlerinin sadece hematolojik değil, kanserlerde de etkin kullanımı yolunda önemli adımlar atılması beklenmektedir. Çok önemli bir immunoterapi yöntemi olan CAR-T’ler ile solid tümörlerde pek çok çalışma yürümekte ve tedavi sorunlarının çözümlenmesi hedeflenmektedir.

Gelecekte teknolojik gelişmelerin daha da hızlanmasını bekliyoruz. Bu yeniliklerin tedavilerimize yansımaları kaçınılmaz olacak. Bu tür gelişmelerle üst versiyonları üretilecek immunoterapileri doğru hasta grubunda, doğru kombinasyonlarla kullanarak hastalarımıza daha çok yarar sağlamayı umuyoruz.

 

 

Kanser Tedavisinde İmmünoterapi

İmmunoterapi, kemoterapinin aksine tümörü değil, bağışıklık sistemini hedef alıyor… Bağışıklık sisteminin savaşçı hücrelerinin önündeki engelleri kaldırarak kanserli hücreleri fark etmelerini sağlıyor. Üstelik bağışıklık sistemini bu şekilde uyararak kanserli hücrelerin yok edilmesini işlevini hastanın yaşam konforunu bozmadan, ciddi yan etkiler oluşturmadan sağlayabiliyor.

Kanser dünyada ve ülkemizde ölüme en sık yol açan nedenlerin başında geliyor. Dünya çapında 172 ülkenin 91’inde, 70 yaş altı ölümlerin en sık veya 2. sık görülen nedeni olarak karşımıza çıkıyor. 2018 yılında tüm dünyada toplam 18.1 milyon kişiye kanser tanısı kondu ve 9.6 milyon insan kansere bağlı nedenlerle hayatını kaybetti.

Buna karşın ileri teknolojilerin sağlık alanında uygulanımlarının yaygınlaşması sayesinde kansere karşı çok önemli gelişmelere imza atıldı.

Bunlardan ilki, her kanser dokusunun genetik şifresinin analiz edildiği ve alınan sonuçlara göre hedefli tedavi protokolünün uygulandığı “kişiselleştirilmiş tedavinin” kanserli hastaların önemli bir bölümüne uygulanır hale gelebilmesi oldu. Bir diğer gelişme olan “immunoterapi”  2018’de onkolojik tedavilerin altın yılı olarak tarihe damgasını vurdu. Gerçekten de kişiselleştirilmiş tedavi ve immunoterapi yöntemindeki gelişmeler sayesinde, çok değil bundan birkaç yıl öncesine dek tedavi edilemez gözüyle bakılan kanser türlerinde bile şifaya yakın yaşam süreleri sağlanabildiğini gözlemliyoruz.  Günümüzde immünoterapi ilaçları, kemoterapi ilaçlarına bazen alternatif bazen de yardımcı yöntem olarak yeni tedavi seçenekleri oluşturdular. Üstelik de çoğu zaman bunu hastanın yaşam konforunu bozmadan, yaşam kalitesini koruyarak sağlayabiliyorlar.

 

Bağışıklık sistemi “kanserli hücreleri” tanımazsa…

Bağışıklık sistemimiz, vücudumuzda her gün üretilen, genetik yapısı bozulmuş olan kanserli hücreleri yok ediyor. Bu zararlı oluşumlara vücudumuzun oluşturduğu yanıta “bağışıklık yanıtı” adı veriliyor. Bağışıklık yanıtını oluşturan hücresel yapılar vücudumuza herhangi bir tehdit geldiğinde, bu bölgelere hızlıca yönlenerek yabancı gördükleri organizma veya yapıları yok etmeye çalışıyor. Bağışıklık sistemimiz genellikle kanserli hücreleri normal dokularımızdan kolaylıkla ayırt edip yok edebiliyor. Ancak bazı durumlarda kötü huylu hücreleri zararlı olarak algılayamıyor ve bunları yok etmesi gerektiğinin farkına varamıyor. Bazen de kanserli hücreler bağışıklık sistemini baskılayarak veya çevresine bir zırhlı savunma sistemi oluşturarak kendine yaşam alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu etkenler sonucunda kanserli hücreler kontrolsüzce gelişerek vücudumuza yayılabilen kanser dokusu haline dönüşüyorlar.

 

Savaşçı hücreleri durduran freni kaldırıyor!

Bağışıklık sistemini güçlendirerek kansere karşı yapılan tüm tedavi yaklaşımlarına “immunoterapi” deniyor. Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak belirtilen immunoterapi kanserli hücrelerle savaşmak için bağışıklık yanıtını güçlendiriyor ve yeni baştan yapılandırıyor. Kanserin oluşturduğu bağışıklık frenini çözmesini sağlayarak kanseri yok etmeyi hedefliyor. Üstelik bunu kemoterapi tedavisinin aksine bulantı, kusma ve saç dökülmesi gibi ciddi yan etkiler oluşturmadan gerçekleştiriyor.

Tıp dünyasında büyük bir heyecan yaratan immünoterapi kanser tedavisinde ilk kez malign melanom ve böbrek kanserleri gibi kemoterapi ile radyoterapi tedavilerine dirençli olan kanser türlerinde uygulandı. 2018 yılında araştırmacılar Dr. James Allison ve Dr. Tasaku Honja’nın immunoloji konusunda yaptıkları araştırmalar, bağışıklık sisteminin frenini çözerek vücudun savunma sisteminin kansere karşı savaşmasını sağlayan “immun checkpoint inhibitörleri (ICI)” adı verilen bir grup ilacın geliştirilmesini sağladı ve buluşları Nobel ödülü ile taçlandırıldı.

Günümüzde hemen hemen tüm kanser türlerinde uygulanan ICI ile bu kanserlerin dışında, özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlandı. Örneğin, kemoterapi ve ICI ile birlikte uygulanan bazı akciğer kanserli hastalarda 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri artık bir hayal değil.

Bunun yanısıra “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immünoterapilerin çok başarılı bir seçenek oluşturduklarını görüyoruz. Örneğin, tüm kemoterapilere dirençli bu tür bir safra yolu veya rahim kanserinde, sadece 3 aylık bir immunoterapi tedavisi sonucunda kanserin tamamen yok olabildiği gözlemlenebilmektedir.

 

Farklı immunoterapi yöntemleri nelerdir?

Monoklonal antikorlar:

İmmunoterapide günümüzde en çok kullanılan yöntem “monokonal antikor”lardır. Bunlar vücudumuzun savunma sisteminin mikroplara karşı ürettiği antikor yapılarına çok benzer. Sadece kanser hücresini tanıyabilmek için genetik mühendislik yoluyla yapısı değiştirilerek laboratuvarda üretilir. Kanser tedavisinde tek başlarına veya kemoterapi ile birlikte kullanılırlar. Bazılarının yapısına kemoterapi ilacı veya radyasyon veren bir madde eklenerek kanserli dokuyu hedefleyerek yok etmesi sağlanır.

 

Kanser Aşıları

(Kişiye özel hücresel immunoterapi ve Adoptif İmmunoterapi-aktive öldürücü lenfositler)

Kanser aşıları kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi yapılarını laboratuvar ortamında canlı kanserli hücrelerle karıştırarak, vücuda geri verilmesinden oluşan bir yöntemdir. Bu sayede kanseri tanıyamayan bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser hücrelerinin farklı ve zararlı oldukları algısını yaratmayı hedefler. Böylelikle savunma sistemi aktifleşerek kanserli hücreleri yok edebilir.

Öldürücü lenfositlerden oluşan immunoterapi ise yine kendi kanımızdan elde edilen savunma sistemi hücrelerinin laboratuvar ortamında geliştirilip, aktif hale getirildikten sonra vücuda geri verilmesi yöntemidir. Burada hücrelerin kanser ile karşılaştırılması gerekmez. Ancak bazı ilaçlarla aktifleştirilir. Zayıflamış savunma sistemi durumunda bu tip immunoterapi kanser hücrelerini yok etmekte yardımcı olur.

İlk kez 19. Yüzyılın sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış olan kanser aşıları ve aktive öldürücü lenfositler çeşitli kanser tiplerinde kullanılmış, ancak etkinlikleri zayıf bulundukları için kendilerine güçlü bir yer edinememişlerdir. Kişiye özel hücresel immunoterapilerin günümüzde yeni geliştirilen farklı immunoterapi yöntemleri ile birlikte kullanımlarını araştıran pek çok araştırma yürütülmektedir.

Beslenmenin immunoterapide rolü var mıdır? Yararlı bağırsak bakterilerinin katkısı nedir?

Taylandlı ünlü bir immunolog olan Stitaya Sirisinha “Ruh ve beden sağlığımız sadece yediklerimiz ve yaptıklarımıza değil, içimizde barındırdıklarımıza da bağlıdır” yorumuyla beslenmenin, egzersizin yanısıra bağırsak bakterilerinin de sağlığımıza katkısını vurgulamıştır. Gerçekten de kötü ve sağlıksız besinler bağırsak ortamını değiştirerek bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Hayvansal gıda ve doymuş yağ oranı fazla olan batı tipi beslenme ile bağırsak içindeki Bifidobacteria ve Eubacteria gibi yararlı bakteriler azalırken, Bacteroides ve Clostridia gibi zararlı bakteriler artar. Son yıllarda “Mikrobiota” adı verilen bağırsak bakterilerinin de içinde olduğu bağırsak ortamının bağışıklık sisteminini desteklemekte çok önemli bir rol üstlendiği ortaya konmuştur. Kötü bakteriler bağırsak lenf dokuları içinde bağışıklığı bastıran bir dizi reaksiyonu başlatırlar.

Doymamış yağlardan zengin, yeterli oranda vitamin ve lif içeren besinleri içeren akdeniz diyeti ise oleik asit, kurkumin, flavanoidler, resveratrol, polifenoller ve quarcetin gibi bileşikleri içeriğinde bolca bulundurur. Bu maddeler bağışıklık sistemini aktifleştirerek ve bağırsak yolu içindeki zararlı ödemi (enflamasyon) baskılayarak kanser oluşumunu engellemekte yardımcı olurlar. Bu tür beslenmenin meme ve bağırsak kanserlerini azalttığı çeşitli epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir.

Düzenli egzersiz de vücudun kanlanmasını düzenleyerek oluşan atıkları uzaklaştırır ve kanserle savaşan bağışıklık hücrelerinin sayılarını arttırarak savunma sisteminin aktifleşmesine destek olur.

 

Hangi kanser tiplerinde immunoterapi uygulanabilir?

İmmunoterapi kanserde ilk kez malign melanom, böbrek kanserleri gibi kemoterapi ve radyoterapiye dirençli olan kanser türlerinde kullanılmıştır. Bu kanser türlerinde sitokinler kullanılmış olup, sınırlı etkinlik ve yan etkileri nedeniyle çok geniş kullanım alanı bulamamışlardır.

İmmun checkpoint inhibitörlerinin (ICI) geliştirilmesiyle birlikte kanser immunoterapisinde bir çığır açılmıştır. Hemen hemen tüm kanser türlerinde uygulanan ICI’leri ile yukardaki kanserlerin dışında özellikle akciğer kanserlerinde önemli başarılar sağlanmıştır. Örneğin, kemoterapi ve ICI ile birlikte uygulanan bazı akciğer kanserli hastalarda 3 yıl ve ötesinde yaşam süreleri artık bir hayal değil. Bunun yanısıra genetik yapısında “mikrosatellit instabilite (MSI)” özelliği barındıran kanser tiplerinde de immunoterapiler kemoterapiye alternatif bir seçenek oluşturmaktadır. Örneğin, tüm kemoterapilere dirençli bu tür bir safra yolu kanserinde kanserin hemen hemen tamamen yok edilebildiği görülmüştür. İlerlemiş hastalıkta elde edilen bu olumlu yanıtlar sayesinde günümüzde immunoterapiler daha erken evrelerde de kullanılmaya başlanmıştır.

 

Gelecekte immunoterapide hedefler nedir?

Elde edilen tüm verilere ve yürüyen çalışmalara rağmen immunoterapide bilinenler bir buzdağının üst bölümü kadardır ve aydınlatılmayı bekleyen çok soru bulunmaktadır. Halen elimizde olan immunoterapi yöntemlerin birlikte uygulanma şekillerinin belirlenmesi, yanıt verecek hastayı tanımamızı sağlayacak belirteçlerin saptanması öncelikli olarak araştırma konularımız arasındadır. Örneğin, kanser aşılarının çeşitli hedefli ilaçlarla ve ICI’leri ile birlikte kullanılması hedeflenen güçlü, sağlıklı bağışıklık yanıtını oluşturabilir. Tümörde değişken olarak bulunan ve ideal olmayan belirteçlerin yerine çoklu genetik belirteçler belirlenebilir. Hastaların tümörün hangi aşamasında daha çok yarar göreceğini belirleyen daha dinamik bir ortamda tanı sağlayan likid biyopsiler daha yaygın olarak kullanıma girebilir.

Yakın gelecekte genetik mühendislik yolu ile kanserli hücreleri tanıması sağlanmış, bağışıklık sistemi vurucu timi sayılan CAR-T lenfositlerinin sadece hematolojik değil, kanserlerde de etkin kullanımı yolunda önemli adımlar atılması beklenmektedir. Çok önemli bir immunoterapi yöntemi olan CAR-T’ler ile solid tümörlerde pek çok çalışma yürümekte ve tedavi sorunlarının çözümlenmesi hedeflenmektedir.

Gelecekte teknolojik gelişmelerin daha da hızlanmasını bekliyoruz. Bu yeniliklerin tedavilerimize yansımaları kaçınılmaz olacak. Bu tür gelişmelerle üst versiyonları üretilecek immunoterapileri doğru hasta grubunda, doğru kombinasyonlarla kullanarak hastalarımıza daha çok yarar sağlamayı umuyoruz.

 

 

Kanser Tedavisinde İmmünoterapi

Kanserde Kişiselleştirilmiş Tedaviler

İletişim Bilgileri

Fulya, Teşfikiye Mah, Hakkı Yeten Cd.
Fulya Terrace Center No:14 D:83
Şişli, İstanbul

Yararlı Linkler

Please publish modules in offcanvas position.